12 Mayıs 2014 Pazartesi

Him & Her


Him & Her BBC'de 2009 yılında yayınlanmaya başlamış olan İngiliz komedi dizisidir. Bölümleri 30'ar dakika süren ve genellikle 5-6 bölümden oluşan sezonlarıyla toplam 4 sezondan oluşuyor. Türkiye'den henüz fazla ilgi görmeyen bu komedi dizisini çok sevdiğimi söyleyebilirim.


Dizi, yirmili yaşlarını süren, çalışmayı sevmeyen, genellikle evde vakit geçirmeye bayılan Steve ve Becky çiftinin başından geçen olayları konu alıyor. Televizyon izlerken yemek yiyerek geçirdikleri keyifli yaşamları, Becky'nin kız kardeşi, aynı zamanda televizyon tarihinde eşine az rastlanır ölçüde sinir bozucu bir karakter olan Laura ve arkadaşlarının ya da garip üst komşunun ziyaretleriyle genellikle kesintiye uğruyor. 


Dizi komedi dizisi dediysek de içinde gülme efektlerinin bile olmadığını, olayları genellikle absürt bir şekilde anlatmayı tercih eden klasik bir İngiliz komedisi tarzını yansıttığını baştan belirteyim. Çiftin iğrençlik sınırlarını zorlayan rahatlıklarıyla dolu, aynı zamanda Steve'in sevimli saçma hareketlerle utanç verici hallere düşmesini ilgiyle izletiyor. Laura'nın çevresine saçtığı uyuzluklara sinir olurken Steve ve Becky çiftinin samimi sevgisine gülümseyerek tepki veriyorsunuz. Dizinin ilk sezon tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.

 
İyi seyirler.








Les Revenants


Les Revenants 2012 senesinde ilk sezonu yayınlanmış olan adından da anlaşıldığı üzere fantastik türde bir Fransız dizisidir. Fransa'da küçük bir kasaba doğaüstü olayların yaşanmasını konu edinen bu diziyi çok başarılı buldum. Dizinin ikinci sezonu bu yılın şubat ayında çıkması gerekiyordu ancak henüz yayınlanmış değil.
,

Peki dizide neler oluyor? Bir gün yıllar önce ölmüş eşiniz siz kırış buruş olmuşken öldüğü günlerdeki gibi gencecik haliyle karşınıza çıkıp gelse ne yapardınız? Ya da bir kaç sene önce öldüğünü bildiğiniz ikiz kardeşiniz öldüğünü hatırlamaz bir halde karşınıza çıksa ve sizin büyüdüğünüzü görüp çığlığı bassa ne tepki verirdiniz?


Daha önceden ölmüş insanların bazılarının bir anda öldüklerini hatırlamaz bir şekilde ortaya çıkıp hayatlarına kaldıkları yerden devam etmeye çalışmalarını konu alıyor dizi. Evet ölüler diriliyor. Bu bir zombi hikayesi bir yerde. Ancak zombiler kas gevşetici iğne vurulmuş gibi hareket eden bilinçsiz çürümüş bedenlerden oluşmuyorlar. Kasaba halkının durumu idrak etmesi ve kabullenmesi sürerken neden, nasıl dirildiklerinin gizemi süren zombiler de kendilerini yeniden keşfetmeye başlıyor.

Dizinin bu gün gördüğüm kadarıyla bir Amerikan versiyonu yeni çıkmış durumda. Ancak ben izlemedim. Genellikle korku gerilim türünde eser veren başarılı yazar Stephen King'in de tweet atarak övgüyle karşıladığı bu diziyi uyarlamalarına bakmadan önce orijinalinden izlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Yaklaşık bir saate yakın bölümlerden oluşan sekiz bölümlük bu dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.


İyi seyirler.










11 Mayıs 2014 Pazar

Utopia


Utopia, önümüzdeki günlerde David Fincher tarafından HBO-Amerikan versiyonunun çekileceği çok başarılı bir İngiliz bilim kurgu dizisidir. Yok-olmayan anlamındaki Yunanca kökenli 'üyopya' kelimesinin beynimizde oluşturduğu paranoyak ruh halinin karşılığını rahatlıkla buluyor dizi. Gerçekte olması bugün bile ihtimal olabilecek ürkütücü tasarımların yaydığı korku dalgalarıyla geçen bir sezondan oluşuyor.

Dizide ailesinden ayrı büyümüş gizemli Jessica Hyde bilim adamı olan babasının şizofreni hastalığına yakalandığı sıralarda yaptığı tuhaf çizimlerin izini sürmektedir. Tek bir bölümün yayınlandığı 'Ütopya' adını verdikleri karanlık karakterlerle dolu bu çizimlerin bir çok takipçisi vardır. Orijinal çizimlerin ilk bölümünü elinde bulunduran Becky internetten tanıştığı diğer takipçilerle buluşmaya karar verir. Jessica Hyde ile birlikte ortaya çizimlerin tek bölümden oluşmadığı ve eserin anlatmak istediğinin  çok önemli bir mesaj olduğu ortaya çıkar. Öyle ki bu mesajın ucu Sağlık Bakanlığı'na kadar dayanmaktadır ve bu yüzden buluşmaya gelen takipçilerin hepsi bu sırrın bilinmesini istemeyen Network denilen karanlık yapının hedefi haline gelecektir.


Soğuk atmosferi, karakterlerin donuk ifadeleri ile dizinin fazlasıyla İngiliz olduğunu söyleyebilirim. Enteresan senaryosunun yanında dizinin görüntüleri de mükemmel. Dizide sürekli olarak duyduğum 'Where is Jessica Hyde?' sorusundan biraz sıkılsam da başından sonuna kadar gerilimi ve heyecanı benim için hiç düşmedi. Yalnızca bir sezonu çıkan dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.



İyi seyirler.


Mildred Pierce


Mildred Pierce, başarısı beş Emmy ödülü ve bir Altın Küre ödülü ile taçlandırılmış HBO yapımı beş bölümlük bir mini drama dizisidir. Dizinin adı yetenekli oyuncu Kate Winslet'in canlandırdığı Mildred karakterinden gelmekte. 

Mildred, Amerika'nın Büyük Buhran'ını yaşadığı zamanlarda işsiz kocası tarafından aldatılmasıyla yüzleşir ve iki çocukla birlikte kendi ayaklarının üstünde durmanın yollarını aramak zorunda kalır. Ekonomik krizin ülkenin her yerinde kendini göstermesinden nasibini alan California'nın sokaklarını aşındıran Mildred umduğu gibi bir iş bulamaz. Yaşam mücadelesinde yenik düşmemek için küçük bir kafede garson olarak işe başlayan Mildred, zor bulduğu bu işini küçük yaşta hırsları boyunu aşan kızı Veda'dan saklayacaktır. 


Veda'nın da etkisiyle Mildred elinden gelenin en iyisi ile mücadeleye devam edecek bu sırada 5 bölüm boyunca başına gelenler Öyle Bir Geçer Zaman ki Cemile'nin 120 bölüm boyunca başına gelenleri kıskandıracak türde olaylar olacaktır. 


Drama oynamak için yaratılmış bir yüze sahip olan Kate Winslet'in yanında küçük Veda'yı canlandıran oyuncu Morgan Turner ve büyük Veda'yı canlandıran oyuncu Evan Rachel Wood'un performansları oldukça iyi. 30'lu yılların Amerika'sında geçen bu hikayenin klişelerle dolu olacağını beklemek gayet doğal. Ancak beklenenin aksine hikayenin akıcı ve merak uyandırıcı olduğunu söyleyebilirim. Dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz. 




İyi seyirler.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

The Americans


1980'lerin başında Ronald Reagan'ın ABD başkanlığı yaptığı dönemdeki  ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaşı konu alan bir drama dizisi The Americans. Washington'da dışarıdan normal Amerikalı aile görünümü veren iki evli KGB ajanının başından geçen olayları sürükleyici ve olabildiğince gerçekçi bir şekilde aktarıyor. Gerçek kimliklerini kendi çocuklarından, hatta Elizabeth ve Philip adlarını almadan önceki kimliklerini birbirlerinden dahi saklamak zorunda olan çift oturdukları mahalleye FBI ajanı Stan'in taşınması ile ciddi bir tehdit altında kalacaktır. 

Nereden geldiğini asla unutmayan ve görev sırasında hiç bir tereddüte kapılmayan sert kadınımız Elizabeth'in, Amerika hayatına daha kolay uyum sağlayan anlaşmalı evliliğinden kocası Ajan Philip ile arasındaki bağ önceleri kuvvetli değilken olaylar kızıştıkça daha farklı bir hal almaya başlar.


Tabi ajanlar, Ruslar, FBI denilince hemen akla gelen gerçeklikten uzak James Bond serisi görüntüleri oluyor. Ama dizinin en güzel yanlarından biri de bu algıyı hemen yok etmesi. Ya da Amerikalıların çektiği bir soğuk savaş dizisinin abuk subuk Amerikan propagandalarıyla dolu olmasını beklemek çok doğal. Bunun beklediğimden çok daha düşük olduğunu söyleyebilirim. Rahatsız edecek kadar belirgin değil.


Ajanların hayatı evet fazlasıyla aksiyonla dolu ancak 80'li yılların izin verdiği teknolojiyle yapabildikleri casuslukların gerçeklik algısı tatmin edici. Karakterlerin orijinalliği, oturaklılığı, oyuncuların performansları çok iyi. Senaryo ve kurguda göze çarpan mantık hatalarına rastlamadım diyebilirim. Son zamanlarda heyecanla izlediğim nadir dizilerden biri. Şimdiye kadar iki sezonu bulunan dizinin ilk sezon tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.


İyi seyirler.


House Of Cards


Bir Netflix dizisi olan House of Cards çok başarılı bulduğum bir Amerikan politik drama dizisidir. Emmy ödüllü dizinin yönetmenlerinden birisi de David Fincher. Afişten de görüldüğü üzere baş rolde Kevin Spacey abimiz arzı endam etmekte. Şimdiye kadar saydığım özellikler bile benim diziye başlamam için yeterli sebep oluşturuyordu ki tek sorun Amerikan politikasının fazla ilgimi çekmeyeceğini aslında anlayamayacağımı düşünmemdi. Fakat daha ilk bölümün ilk dakikalarında bile bu türde çok farklı bir tecrübe olacağını fark ettim.

Dizinin karakterlerine gelirsek Kevin Spacey'nin canlandırdığı eli kanlı politikacı Francis Underwood Beyaz Saray'da beklediği pozisyonu alamayınca yalnızca bir kaç kişinin haberdar olduğu bir savaşa girişir. Bu savaşta Underwood önüne çıkacak herkese bir av gözüyle baktığı için asla merhamet etmeyecektir. Hedefleri doğrultusunda adım adım ilerlerken şeytani planlarına yardım eden, hedefe giden yolda en az onun kadar soğuk kanlı ve merhametsiz olabilen karısı Claire Underwood vardır. Bu ikilinin her daim bir birini kollayan garip ilişkisine hayranlık duyup aynı zamanda insanları gözlerini kırpmadan harcamalarına hayret ediyorsunuz.


Dizinin magazinsel kısmına gelirsek hayranlarından birininde Obama olduğunu da belirteyim. Adamcağız lütfen spoiller vermeyin diye tweet bile atmaktan çekinmemiş. Aslında Türkiye' de yaşayan birisi olarak böyle bir durumu çok ilginç buldum. Çünkü dizide Underwood tarafından argo tabirle sürekli keklenen hafif saftirik bir ABD başkanı mevcut. Aynı zamanda halkın isteklerini umursamayan bir çok politikacı. Baş karakterin giriştiği işleri saymıyorum bile. Demek istediğim bizim ülkemizde böyle bir dizi çekilmiş olsaydı bırak herhangi bir politikacının beğeniyorum diye tweet atmasını, 'TBMM'yi, başbakanı vs. ne biçim göstermişler' gibi söylemlerle muhtemelen yayından kaldırılması için baskı yapılırdı. Ne diyelim bu konularda kültürümüz biraz farklı. Amerikalılar biraz daha large. Uzatmadan şimdiye kadar iki sezonu çıkan dizinin ilk sezonunun tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.

 

İyi seyirler!

9 Mayıs 2014 Cuma

Orange Is The New Black

Yine gerçek bir hayat hikayesinden uyarlarma bir Amerikan dizisi Orange Is The New Black. Netflix'in yeni dramalarından biri. İlk iki bölüm itibariyle sönük başlayan dizi ilerledikçe insanı içine çekmeyi ve karakterlerle bağ kurdurmayı başarıyor. Hapishane yaşamını konu edinen dizide tahmin edebileceğiniz gibi üzerinde durulan karakter sayısı oldukça fazla. Benim en sevdiğim ve dizilerde aradığım özelliklerden biriside karakter bolluğudur. 

Ana karaktere gelirsek yüzünü Katy Perry'e benzettiğim Piper Chapman nişanlı, nazik görünümlü, beyaz bir kadın olarak 10 sene önce tanıştığı uyuşturucu satıcısı Alex yüzünden hapse girer. Konforlu hayatını ve nişanlısını geride bırakarak tutukluluk günlerini doldurmaya çalışan Piper'in cezaevi hayatı beklediğinden daha zorlu geçecektir.




Yavaş yavaş cezaevi şartlarına uyum sağlayan Piper aynı zamanda tüm hayatını ve benliğini sorgulamaya başlar. Mücadele ettiği veya zorbalığına maruz kaldığı her karakterinde flashback'ini bize sunan dizi karakterlerin davranışlarının arkasındaki gerçeği anlamamıza olanak sağlıyor. Yani dizide hiç kimse saf kötü ya da saf iyi değil. Her karakterin derin bir hikayesi ve gelişimi mevcut. Piper'in adım adım değişen psikolojisini izlemek yani hafiften çıldırmasını izlemek çok heyecanlı. 
               
Aile ilişkileri, kültür çatışmaları, cinsellik, kadın ilişkileri, ırkçılık, hapishane yaşamı, ihanet, dostluk vb. bu tür konuları yüzeysel değil ciddi bir felsefe ile ele alıyor.  İlk sezonun tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz. 


İyi seyirler!





                                                                              

My Mad Fat Diary


My Mad Fat Diary Türkçesi 'Benim Deli Şişman Günlüğüm' yani adından da anlaşıldığı üzere kendisini hem şişman hem de tabiri caizse deli olarak tanımlayan genç bir kızın günlük yaşantısını kaleme almasıyla oluşan  bir İngiliz dizisidir. Dizi gerçek hayattan uyarlanma yani Rael Earl karakteri gerçektir.

Öncelikle diziyi izlemeden önce dizinin karakterleri ile aramdaki yaş farkı diziyi sevip sevmeme konusunda beni şüpheye düşürmüştü. Sonuçta ergenlik çağımı geçeli yıllar olmuştu ve gençlik dizilerinin yüzeyselliği hafızamda olumsuz bir yer edinmişti. Ama dizinin doksanlı yıllarda geçmesi diziye bir şans vermemi sağladı ve daha ilk bölümden çok farklı bir yapımla karşı karşıya olduğumu anladım.



Diziye ve karakterlere gelirsek ana karakterimiz olan Rae babasız büyümüş, kilo ve psikolojik problemlerine sahip bir genç kızdır. Annesiyle olan ilişkisi de klasik anne kız ilişkisi değildir. Dizi Rae'nin rehabilitasyon merkezinden çıktıktan sonra yeni bir arkadaş çevresine girmesiyle başlıyor. Doksanlı yılların müzikleriyle harmanlanan dizide gençlik sorunları ile başa çıkmaya çalışan, çoğu konuda bir sıfır yenik başlayan Rae'nin maceralarını; esprili, yeri geldiğinde hüzünlü bir şekilde günlüğüne kaydetmesini izliyoruz. Bunu öyle samimi bir şekilde yapıyor ki diziyi izleyen herkes o dönemlerine ait olsun olmasın kendinden bir parça bulabiliyor ve kendini Rae'nin yerine koyabiliyor. Dizide çalan parçaların bazılarını bu playlist'ten dinleyebilirsiniz. Tanıtım filmini de aşağıdan izleyebilirsiniz.




İyi seyirler!


        
     

Forbrydelsen - The Killing


Forbrydelsen İngilizce adı ile The Killing  Danimarka - İsveç - Norveç - Almanya ortak yapımı bir suç-dram dizisidir. Öncelikle bu türün bir hastası olmamama rağmen bu dizinin müptelası oldum. Bu konuda yalnız olmadığımı üç sezonu bitirdikten sonra dizinin devamı olup olmadığını araştırırken BBC'de İngilizce alt yazılı yayınlandığını ve tüm İngiltere ve Amerika'nın da aynı şekilde etkilendiğini öğrendim. Hatta daha sonra Amerikalı  bir yapımcının telif haklarını satın alıp aynı adlı Amerikan versiyonunu çektiğini öğrendim. O versiyonu izlemedim. Bu nedenle bir tavsiye belirtemem fakat yalnızca üç sezoncuktan oluşan Danimarka versiyonunu kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.

Diziye gelirsek yazının devamında spoiller vermeden kısaca bilgi vermek istiyorum. Baş karakterimiz bir dedektif, orta yaşlarında bir kadın. Yeni bir hayata başlamanın arefesinde karşısına genç bir kızın öldürülme vakasının çıkmasıyla beraber planlarını ertelemek zorunda kalır ve cinayetin izinin sürülmesi bu şekilde başlar. Dedektifimiz oldukça zeki, bir hayli soğuk kanlı olmasına rağmen senaristlerimiz onun gerçek bir insan olduğunu unutmamışlar. Her normal insan gibi becerikli olduğu kadar beceriksiz olduğu yönlerini, yanılgılarını ve neredeyse işinin bittiği anları görebiliyoruz. Dizi bu bakımdan Amerikan yapımlarından alışageldiğimiz anlayışın dışında oldukça realistik bir yaklaşımla çekilmiş sahnelerden oluşuyor. Sarah Lund cinayeti çözerken yan karakterlerin hayatı da konuyla bağlantılı olarak bir o kadar ilgi çekici şekilde işleniyor. Politikanın adalet konusunda sınıfta kalmasını, politik karakterlerin birbirlerini nasıl harcadıklarını zekamızla kesinlikle alay etmeden bizlere anlatıyor dizi.



Karanlık kuzey atmosferinin yanında bitişin yaklaştığının habercisi olan müziğiyle beni kendisine o kadar bağlamıştı ki iki hafta boyunca gece gündüz demeden adeta "Sarah Lund'un askerleriyiz!" kıvamına gelmiş, bir kaç Danimarkaca kelime kapmış ve diziyi izleyenlerin bileceği Sarah Lund kazaklarından bir adet edinmiştim. Bir sonraki bölüme başlamak için beni motive eden müziğini buradan dinleyebilirsiniz. Dizinin ilk sezon tanıtım filmini de aşağıdan izleyebilirsiniz.




İyi seyirler!